Lurucina’dan Akıncılar'a, hazin bir köy hikayesi!

Akıncılar 1974’ten sonra verdiği göçler ve ağlamaklı insan hikayeleri ile gündemimizde kalan bir köy. Çoğumuzun henüz daha hiç görmediği, görmek isteyenlerin ise yol boyunca tanık oldukları geçmiş yaşamların yıkılmış izleri ile hüzne boğularak ayak bastıkları bir köy. Akıncılar, özel olarak oraya gitmek üzere yola çıkmadığınız sürece hiçbir zaman ulaşamayacağınız, geçerken uğradım diyemeyeceğiniz bir köy. Kıbrıs’taki bölünme sınırlarının Kuzey’deki yaşamdan dışladığı, yok olmakla yaşama tutunma arasında sıkışıp kalmış, yaşlanmış ve yorgun düşmüş bir köy. Kimlik belgesi göstererek girebileceğiniz tek KKTC köyü. Kaynaklar, Lurucina’nın kökeninin Kıbrıs’taki Lüzinyan dönemine kadar gerilere gittiğini söylüyor. Köydeki eski Katolik Kilisesi kalıntıları bu iddiaları destekliyor. Hakkında sadece “dünyalar güzeli ya da güzeller güzeli” diye bilgi bulabildiğimiz “Lorenza” isimli bir Lüzinyan dönemi kadınının, doğal bir pınar etrafında yaptırdığı birkaç evden gelişerek büyümüş Lurucina. Şimdi bir kuyu haline getirilmiş bu pınarın, yağışlı geçen kış aylarında kendiliğinden taştığını söylüyor belediye başkanı Hasan Barbaros. Lurucina, ismini bayan Lorenza’dan almış. Lorenza, günlük kullanımda değişime uğrayarak Lurucina olmuş. Başkan Barbaros’a, “Lurucina ismi akıcı, uyumlu güzel bir isim neden değiştiniz, neden Akıncılar’a çevirdiniz?” diye soruyoruz. 1958 yılında Piroyi köyünde yaşayan bazı Kıbrıslı Türk aileler, Rumlar tarafından ölümle tehdit edilmişler. Lurucinalı köylüler de kalabalık halde Piroyi’ye giderek, bu insanlarımızı kurtarmışlar. Dönemin yöneticileri köylülerin bu davranışını kutsayarak onlara “Akıncılar” sıfatını uygun bulmuşlar. 1958 yılı döneminde, bir Türk subayı olarak bilinen, ancak kim olduğu anlaşılamayan (sonradan istenmeyen şahıs ilan edilen) Celal Hordan’ın, sistematik olarak Kıbrıs’taki Türk köylerini gezerek isimleri değiştirmeye başladığı yıl. Başkana, Celal Hordan’ı soruyoruz. “Sizin köye gelmiş miydi?” Köyün yaşlılarına soralım diyor. Kahvehanede oturan yaşlı bir adam, “Geldiydi” diyor.
Lurucina geçmişi çok zengin, nüfusu yakın tarihte 5 bine kadar çıkmış büyük bir köy. Şimdiki nüfusu ise sadece 350 kişi. Geçmiş zengin hayatın izlerini taşıyan, yöreye özgü beyaz taşlardan ve beyaz topraklı kerpiçlerden yapılmış evler, kendine özgü bir mimari ile birleşince, nereden bakarsanız bakın, ilgi çekici panoramik görüntüler veriyor. Bugün çok azı kullanılan, köyün trajik hikayesine paralel olarak büyük çoğunluğu yıkıma terk edilmiş ve yıkılmış bu evler, daracık ilginç sokakları ile birleşince Fransa veya İtalya’nın dağ köylerine çok benziyor. Köyün çok yetenekli taş ustaları varmış.
Lurucina, 1963’te başlayan toplumlararası çatışmalarla birlikte, göç almaya başlamış. Komşu köyler Bodamya, Dali, Ayyos Sozomonos, Piroyi, Petrofan ve Goşşi’den güvenlik sorunu nedeni ile ayrılan Kıbrıslı Türkler, aralıklarla Lurucina’ya taşınmışlar. Köy, bu tarihten 1974 yılına kadar 5 bin kişinin yaşadığı bir köye dönüşmüş. 1974 yılında Kıbrıs’ta coğrafik sınırların oluşması ile göçmen köylüler kendilerine Kuzey’de ayarlanan köylere taşınmışlar ve 1976 yılında köyün nüfusu 3 bine düşmüş. Ama köyün çöküş hikayesi sonlanmamış.
Belediye başkanı Hasan Barbaros, şimdiki nüfusu ve yapısını şöyle açıklıyor: “Köyümüzde yaşayan 3 adet Türkiyeli işçi ailesi hariç, nüfusumuz 350 kişiden oluşur. 20 yaşa kadar olan nüfus yaklaşık 40 kişi, 20-50 arası yaş grubun nüfusu ise 100 kişi kadardır. 200’den fazla insanımızın yaşı 50 yaşını geçkindir.” Başkan, köyün ilkokuluna çocuk veremediklerinden yakınıyor ve köyün bekarlarından şikayet ediyor. “Köyümüzde çoğunun yaşı geçmiş 40 civarında bekarımız var ama maalesef evlenmezler” diyor. Bu durumu köyün geleceği için tehdit olarak görüyor.
Kıbrıs’ın sosyal yaşamında isim yapmış geleneksel bir köy, ne olmuş da lanetlenmiş gibi bu hallere düşmüş. Başkana göre zamanında civar köyleri Lurucina’ya davet eden ve toplayan yönetim, 1974’ten sonra vahim bir hata yaparak köyün boşaltılmasını sağlamış. “1976 yılında göçmenler ayrılmış ve köyümüzde artık yerleşik hale gelmiş 3 bin civarında insan yaşardı. Ama önemli bir sorunumuz vardı. Savaş sonrası bizi Lefkoşa ve diğer yerleşim yerlerine bağlayan yol sistemi yeni sınırlardan dolayı ortadan kalkmıştı. Yeni yollar yapıp sorunu gidermesi gereken yönetim tam aksini yaparak, köyden ayrılacak olanlara resmi göçmen statüsü vereceğini ilan etti. Bunu teşvik için de köydeki tapulu mallarını eş değer olarak kullanabileceklerini söyledi. Yani göç edecek olanlar hem köydeki mallarına sahip olacaklar fakat gidecekleri yerde aynı oranda ev ve tarla sahibi de olabilecekler. Artık bağlasan da kimse durmaz. Ben 1980 yılında askerliğimi bitirip köye geldiğimde nüfus 950 civarında idi. Akdoğan’a yani Lisi’ye yaklaşık 2 bin köylümüz yerleşti. Aradan geçen bu kadar zamandan sonra onlar artık köye yabancı gibi oldular.”
Başkana “Lurucina domatesi”ni soruyoruz. Bir zamanların kokulu tütülü, seyyar satıcıların öğünerek sattıkları Lurucina domateslerine ne oldu? 1980’li yıllarda İsmet Kotak’ın Demokratik Halk Partisi’nin “Akıncılar’a salça fabrikası kuracağız” iddiası ile seçim broşürlerine bile giren Lurucina domatesleri artık yok. “Köyümüz toprağı çok verimli ve su kaynaklarımız da iyi durumdadır. O dönemde çok sayıda aile, yaklaşık 100 dönüm arazide domates yetiştiriyorlardı. Kuzey Kıbrıs’a yetecek kadar domates çıkarıyorduk. Önce fiyatlar pahalı falan diye gazetelerde yayımlar başladı. Sonra da hükümet hiç araştırıp sormadan ‘Üzerimde baskı var’ diyerek, domates ithaline izin vermeye başladı. Önceleri ara ara izin verdi, sonra da hepten serbest bıraktı. Köylü de ekimden vazgeçti. Böğrülcede de aynı durumdaydık. O dönem aracı tüccarlar bizim sırtımızdan çok para kazandılar.”
Kuzey Kıbrıs’tan kopmuş bir hayat süren Lurucina, eskiden beri komşu Rum köyü Kiracıköy ile kıyaslanırdı. Başkana Kiracıköy’ü soruyoruz. Başkan, “Onlar da savaştan etkilendi. Biraz kesman kaldılar ama gene de çok iyidirler. Bu iş en çok Dali’ye yaradı. Onlar çok zenginleşti” diyor. Sonra eli ile az ilerideki yeni yapılmış evleri işaret ederek, “Uzağa gitme. Onlar birkaç mil uzaktadır. Sen Limya’ya bak. Aramız beş yüz metre. Onlar bile bizi geçtiler.” Hayret ediyoruz belediye binasından az ileride görünen evler, bir Rum köyüne aitmiş. Geçen arabaları görüyoruz. “Arada Barış Gücü devriyesi var. Oraya kadar biz ekiyoruz, oradan sonra da onlar. Ama hiçbir ilişkimiz yok.”
Lurucinalıların, ana dili kadar güçlü Rumca konuşabildiklerini biliyoruz. Köyün etnik geçmişi ile ilgili çok şeyler anlatılıyor. 1950’li yıllara kadar Rumlarla kız alıp vermişler. Halen Güney Kıbrıs’ta Rum olduğunu söyleyen Hristiyan akrabalar var. Başkana, “Köyde Rumca halen yaygın olarak kullanılıyor mu?” diye soruyoruz. Başkan, “30 yaşın üstündekiler biliyor ancak bildiğimiz Rumca’nın çok işimize yaradığından emin değilim. Çünkü Rumlar, Yunanca’ya döndüler. Bir süre evvel Hristofiyas’la karşılaşıp konuşmuştuk. Birkaç gece sonra onu televizyonda konuşurken dinledim ama hiçbir şey anlamadım. İlişkiler yeniden başlasa belki durum düzelir.” Konu Rumlardan açılmışken, duyduğumuz bir iddiayı soruyoruz. “Köyün su ve elektriği Güney’den mi geliyor?” Bu soruya başkan, “Evet” diye cevap veriyor. Ama bu durumdan çok dertli. Her ay elektrik parasını ödediği halde bizim Maliye Bakanlığı, belediyeden 160 bin lira daha istiyormuş. Bu miktar zaten belediyenin toplam bütçesinin yarısından da fazla imiş. Geçmişten kalan ve Cumhuriyetçi Türk Partisi hükümeti döneminde affedilen bu borcu şimdiki hükümet ille de istiyormuş. “Köylüler ödemeye gecikirse bizimkiler gelip elektriği keserler” diyor. Bu köyde böyle bir uygulama yapılmasını hiç de adil bulmadığını söylüyor. İçme suyunun köye Koççat isimli Rum köyünden geldiğini ve “rafine edilmiş, klorlanmış içmeye uygun bir su” olduğunu söylüyor.
Belediye, ikisi geçici birisi kadrolu üç elemanı ve 300 bin liraya yaklaşan bütçesi ile köydeki rutin işleri yapmaya çalışıyor. Her şeyin küçük bir ölçekle sınırlandığı bu şartlarda, başkana sorun yaşayıp yaşamadığını soruyoruz. Bir anekdotla bize cevap veriyor: “Personelin izne çıkıp çöp kamyonunu benim sürdüğüm bir gün, köyde birini aradığı belli yabancı bir araba gelip yanımızda durdu. Arabada iyi giyimli iki bey vardı. Belediye başkanını arıyoruz dediler. Hayırdır ne yapacaksınız kendini dedim. Biz Türkiye Büyükelçiliği’nden geldik, görüşmemiz gerekir dediler. O zaman buyurun benim dedim. Adamlar bana ‘deli mi ne?’ gibisinden baktılar. Ama sonra anlaştık.”
Orta vadede yok olacak gibi görünen Lurucina’nın acil ve yaşamsal ihtiyaçları şimdilik Türkiye Büyükelçiliği tarafından karşılanıyor. Avrupa Birliği ise köyün meydanını düzenlemiş. Köy yaşama tekrar döndürülebilirse, ne kadar güzel olacağının küçük bir örneği yaratılmış. Ama bu önlemler geçici bir can suyu gibi duruyor. Rakamlar, köyün yok olacağını işaret ediyor. Başkana radikal fikirlere ihtiyaçları olduğunu söylüyoruz. Annan Planı haritasında köyün Rum Yönetimi bölgesinde kalmaması için, girintili çıkıntılı tuhaf sınırlar çizildiğini hatırlatıyoruz. “Kuzey’deki yönetim belli ki bu bölgeyi bırakmak istemiyor. Peki o zaman sizin için ne düşünüyorlar? Siz neden bu haldesiniz?”
Sorumuz başkanı kederlendiriyor. “Kıbrıs sorunu çözümlenmez ve biz olağan bir yaşama dönemezsek, fazla bir şansımızın kalmadığını düşünüyorum” diyor ve ilave ediyor, “Buna rağmen yapılabilecek şeyler var. Birincisi, köyün Lefkoşa’ya mesafesini azaltmak ve askeri maksatlarla yaşanan giriş çıkış zorluklarını ortadan kaldırmak için yeni bir yol yapılmalı. Köy içindeki arsa nitelikli arazilerin pek çoğu, köyde yaşamayan ve köye dönmeyi düşünmeyen köylülere ait. Bu arazileri eş değer olarak kullandıkları için sanırım satmayı düşünmüyorlar. Köyde yeni ev yapmak isteyenler, arazi bulamıyor. Acil olarak kırsal kesim arsası dağıtılması lazım. Londra’da veya başka yerlerde yaşayan köylülerimiz ve meraklılar için pansiyonlar hazırlanmalı. Köyde yıkıma terk edilmiş çok kıymetli evler var ama kiralamak için hiç ev yok mesela. Tarım, sebzecilik ve hayvancılık için özel programlar yapılabilir. Bunlar hep merkezi yönetimin planlaması gereken şeyler.”
Başkanın işi çok zor gibi görünüyor. Aslında onun zorluğu, Lurucina gibi geleneksel bir köyün tek başına artık ayakta duramıyor olması. Köyün, Lurucina’dan Akıncılar’a evrilirken yaşlanması ve yorgun düşmesi. Başkan, inanarak herkesten ve her şeyden medet umuyor. Lurucina’nın yaşatılacağına inanıyor.